26 Eylül 2008 Cuma

Ezan

Arada bir öğlenleri Kadıköydeki Osmanağa Camiinin yanına gidiyorum.
Oradaki müezzinin sesini seviyorum.
Ezanı kendine has bir tarzda, araları biraz uzatarak ve çok güzel okuyor.
Cumaları söyleyişi sanki daha da tatlılaşıyor.
Güzel söylenen ezanı seviyorum.
Benim her öğlen gidip ezan dinlememin bir hediyesi gibi biraz önce gelen bir paketten Ahmet Özhan’ın söylediği ilahilerin başında ezan çıktı.
Şimdi onu dinliyorum.
Bir ney taksiminin ardından ezan başlıyor.
Çocukluğumu hatırlatıyor biraz bana.
Akşam ezanından sonra boşalan kömür kokulu sokaklarda, iyice gölgelenen alacakaranlık kaldırımlarda ır ır yürüyerek eve giderdim.
Hep benimle kalacak bir yalnızlığın kokularını, seslerini ve kurşuni rengini içime sindirirdim.
O seslerin içinde ezan da vardı.
Hep de orada kaldı sanırım.
Din, benim gibi mahcup bir sevgiyle uzaktan bakanlara bile huzur verici, insana hem yalnızlığını hem sonsuzluğunu anlatan bir tesirle dokunuyor yaklaştığınızda.
Çok sık olmasa da bazen geceleyin camiye giderim.
Işıklarının çoğu sönmüş, kandil misali birkaç lambayla aydınlanmış o büyük kubbenin altında yalnız başıma otururum.
Öyle otururum.
Her şey sonsuzluğun kuvvetli ışığı altında solgunlaşana kadar halıların üstünde bağdaş kurup beklerim.
Ve, o sonsuzluğu bir yalnızlık içinde hissetmekten hoşlanırım.
Tanrı, evinin kapılarını bazen açar, bazen açmaz bana.
O saatte camiye giremeyeceğimi bana bir hoca efendi ya da bir bekçi söylese de, ben onu tanrının söylediğini düşünürüm.
Kapılar ılmadıysa, “birrgınlık var” diye geçiririm içimden.
Onuracak bir şey yaptım, onun için açmıyor kapısını.”
Hiç zorlamam.
Pekider ayrılırım.
Bilirim ki o kapılar yeniden ılacaktır.
Bir gece gittiğimde beni buyur edecektir.
Şefkatli bir seshadi açayım kapıları” diyecektir.
Bundan hiç kuşkulanmam.
Kendimden kuşkulanırım.
Bir dindar gibi gitmem oraya, ibadete, dua etmeye gitmem.
“Sana inanıyorumdemeye de gitmem.
Bir şey istemeye de gitmem.
O’ndan korkmam, ölümden korkmam, korktuğumdan gitmem oraya.
Hiçbir nedeni yoktur gitmemin.
Giderim sadece.
Kokusunu, ışığını, huzurunu, sonsuzluğunu sevdiğim için giderim.
Söylenmeyen bir ezan duyarım o sessizliğin içinde.
Kömür kokulu sokaklarda dolaşan bir hayali görürüm.
Hayatla ölüm iki küçük çocuk gibi oturur karşıma.
Ben onların başını okşarım.
O benim başımı okşar, öyle hissederim.
Öyle otururum.
Bir şey söylemem O’na.
Ne söyleyeyim?
Kim olduğumu biliyor, günahlarımı biliyor, her şeyi biliyor.
“Sen inançsız birisin, niye geldin evimedemiyor.
O demez.
Bazen kapılarını ıyor.
Bazen onuracak bir şey yaptıysam eğer kapılarını açmıyor bana.
Sessizce uzaklaşıyorum.
Bir dahaki seferediyorum, “açacak kapılarını”.
Açmasa da açana kadar gideceğim.
İnançsız biri için tuhaf inançlarım var benim, en ılmayacak gibi görünen kapıların bile çok istersen, samimiyetle istersen, dürüstlükle istersen ılacağına inanırım.
Ve, ne dindarlara yapılan zulmü anlarım, ne de dindarların yaptığı zulmü.
Dinin yanında, çevresinde, içinde bir zulüm olmasın isterim.
İnan ya da inanma ama dine dokun.
Korkulacak bir şey yok.
Türbanlı çocukta da, oruç yiyende de korkulacak bir yan yok.
Korku dinden uzak bence.
Geceleri camiye gittiğimde, o loş ışıkta, sonsuz bir aydınlığın bütün hayatı solgunlaştırdığını gördüğümde korkmam ben.
Kimse korkmaz.
Hayat ve ölüm iki küçük çocuk gibi oturur yanıma.
Onlara gülümserim.
Belli belirsiz bir hüzün, neye olduğunu bilmediğim bir özlem, derin bir şefkat hissederim.
Bir şey söylemem.
Bir şey istemem.
İnançsız” olduğumu içimden bile geçirmem, yapmam böyle bir kabalık, O da hatırlatmaz zaten.
Öyle otururum.
Bir konuğum ben orada.
Bazen kapısını açar, bazen açmaz.
Yakında gene gideceğim.
Bakalım açacakkapılarını.
Yoksa bir “kırgınlık” mı var aramızda...


Ahmet Altan


Günün anlam ve önemine uygun güzel bir yazı.Paylaşayım, siz de faydalanın istedim.Osmanağa camii ve müezzini konusunda katılıyorum Ahmet Altan'a.Bu caminin ayrıca bi özelliği var benim için.Geçen seneye kadar iki sınav arası durağımdı bu cami.Sabah ve öğleden sonraki sınav arasında bir iki saatlik bi boşluk olurdu.Eve dönemezdim.Ev rahatlığıyla oturup bir iki bişey ezberlerim umuduyla hadi camiye gideyim bari derdim.Hiç unutmam yine böyle bir haftasonu: )istatistik çalışıyorum tüm ezber gücümü kullanmaya çalışarak.Tutuşmuş bir halde de diyebiliriz.Y a da son çırpınmalar:P Neyse ayh bi teyze önümden geçerken durdu.Napıyorsun? dedi.Napıyor gibi görünüyorum acaba düşüncesiyle beraber "ders çalışıyorum" dedim.Karşıma oturdu ve konuşmaya başladı.Eyvah içsesiyle dinliyorum ben de.Gözüm kitapta.Son şansım muhakkak geçmem gerek.Şimdi hatırlayamadığım bir sürü şey anlatıyor.Nasihatleri,hatıraları bitmiyor.İki kelimesinden biri tüm karadeniz şivesiyle "Anladun mi?":) Ben biraz mel mel bakınca o da haklı:P He anladum diyorum devam ediyor.Şeker de bi kadın: )Ehh başlarım böyle işe dememle diyaloğa dönüşüyor teyzenin monolog.Gitmeye hazırlanırken " e bi dua edersin artık bu kadar samimi olduk :P" diyorum. Başarılar diliyor, gidiyor.Sonuç en yüksek not istatistiğinki geliyor.Demekki çalışmaya gerek yok samimi bi müslümanın duası yeterli :P Bu da böyle bi anımdır Osmanağa camide geçen.Neyse yazıya dönersek bu yazıyı Stv de Asım Yıldırım'dan dinledim.Akşam akşam duygulandırdı beni.Ses tonu,kontrolü çok güzel.Biraz sıkarsam ağlardım bile.E boşuna spiker yapmamışlar tabi.Zaten ödülü varmış vs vs..Yalnız o saçlar olmamış:P Şaka şaka: ) Hayırlı kandiller hepimize..

Hiç yorum yok: