29 Eylül 2008 Pazartesi

kaç kaç kaç


Olay yine Japonya'da geçiyor: )


Japonlar balığı çok seviyorlarmış. Balıkçılar da japon nüfusunu doyurmak için daha fazla balık olduğundan uzaklara açılmak zorundalar.Ancak uzaklara açıldıkları için balıkçılar günübirlik dönemezler.Bu yüzden balıkçılar avladıkları balıkları ölü getirirler.Ölü balıkların tadı beğenilmediği için çok rağbet görmez.Balıkçılar da çözüm olarak gemiye büyük bi havuz koyarlar.Ve canlı olarak balıkları halka satmayı başarırlar.Ancak yine de japon halkı havuzda tembellikten uyuşan balıkların tadını beğenmez.Balıkçılar buna da bi çare bulurlar.Havuza bir iki tane köpek balığı atarak zavallı balıkları cebren ve hile ile hareketlendirirler.Sıkıysa uyuş..Yazık hayvanlara ya üzüldüm valla..

taklite evet


İlk tepkim : ))) oldu: ).Yine de aynısı olmamış ama.Çok az da olsa farkımız olsun diye düşünmüş olacaklar ki küpe,yazılar,fon gibi detaylar orjinal olmuş.Bence aynısı olsaymış daha güzel olurmuş.Çakmasını yapıyosunuz madem, tam çaksaydınız..

28 Eylül 2008 Pazar

kerten-kele


Japonya'da yoğun depremler nedeniyle evler çoğunlukla tek katlı ve ahşaptan yapılmaktadır.Bu evlerden biri yeni bir ev yapmak amacıyla yıkılır.Yıkılan duvarların birinde kuyruğundan çivilenmiş halde bir kertenkele bulunur.Ahşap duvar yapılırken,farkında olmadan çivilenmiştir.(nası oluyosa) İşin ilginç yönü ve görenleri hayrete düşüren yanı,kertenkele hala yaşıyordur.Bu olayı yaşayanlar kertenkelenin nasıl olup da bugüne kadar yaşayabildiğini merak ederler.Ahşap duvarı tekrar eski haline getirerek gözlemlerler.Daha sonra gördüklerinde hayretleri iki katına çıkar.Bir başka kertenkele çivi ile sabitlenmiş diğerine ağzında yiyecek getirmektedir.

Okuduktan sonraki ilk tepkim "hadi ya" ilk düşündüğümse "herkes yiyecek taşıyan kertenkele gibi olsa nasıl bi topluma dönüşürüz acaba" oldu.Böyle de toplumsal refahı düşünen biriyim.İsteyene çıkarılacak ders çok tabi fakat böyle -vay be! dedirten hikayeler okuyunca," ya uydurmaysa? "da der ve sorgularım kendi çapımda.Ancak kısmen de olsa inanmamı sağlayan bir anımı anlatmak isterim.Şayet özgür olan kertenkele çivilenmiş arkadaşına yemek getirmese de yaşardı diye tahmin ediyorum.Şöyleki geçtiğimiz günlerde evimize kertenkele girdi.Üşenmemiş dördüncü kata kadar tırmanmış bir de açık pencereden içeri sızmış.Böcek ve sürüngen silahımız elektrikli süpügeye sarıldık hemen.Üzülerek söylüyorum ki süpürgeye çektik minik bi kovalamacanın ardından.Ama kendine iki (48 saat) belki de üç gün süre tanıdık evi terketmesi için.Neyse o süpürge, belki ebediyete intikali uzun sürer de geri döner ihtimaliyle balkonda bekledi uzun bir süre.İki gün kadar diyeyim.Üçüncü gün -e artık süpürge bize de lazım diyerek bi cesaret çalıştırdık. Hiç bişey olmamış gibi dışarı çıktı çalışır süpürgeden en poker suratıyla: )Süpürge hortumunda kış uykusuna da yatabilirdi buna da şükür:) En son doğaya salındı bir şekilde endişeye mahal yok.Demem o ki; bunlar uzun süre yaşayabiliyor aç susuz doğru efendim.En azından üç güne bahse girebilirim..

Bu yazıyı yazarken var mısın yok musunda yarışmacıya 360.000 yetale teklif edildi.İlk tepkim "vay anasını" ilk düşündüğüm "bu daha ilginç" oldu:P

26 Eylül 2008 Cuma

Ezan

Arada bir öğlenleri Kadıköydeki Osmanağa Camiinin yanına gidiyorum.
Oradaki müezzinin sesini seviyorum.
Ezanı kendine has bir tarzda, araları biraz uzatarak ve çok güzel okuyor.
Cumaları söyleyişi sanki daha da tatlılaşıyor.
Güzel söylenen ezanı seviyorum.
Benim her öğlen gidip ezan dinlememin bir hediyesi gibi biraz önce gelen bir paketten Ahmet Özhan’ın söylediği ilahilerin başında ezan çıktı.
Şimdi onu dinliyorum.
Bir ney taksiminin ardından ezan başlıyor.
Çocukluğumu hatırlatıyor biraz bana.
Akşam ezanından sonra boşalan kömür kokulu sokaklarda, iyice gölgelenen alacakaranlık kaldırımlarda ır ır yürüyerek eve giderdim.
Hep benimle kalacak bir yalnızlığın kokularını, seslerini ve kurşuni rengini içime sindirirdim.
O seslerin içinde ezan da vardı.
Hep de orada kaldı sanırım.
Din, benim gibi mahcup bir sevgiyle uzaktan bakanlara bile huzur verici, insana hem yalnızlığını hem sonsuzluğunu anlatan bir tesirle dokunuyor yaklaştığınızda.
Çok sık olmasa da bazen geceleyin camiye giderim.
Işıklarının çoğu sönmüş, kandil misali birkaç lambayla aydınlanmış o büyük kubbenin altında yalnız başıma otururum.
Öyle otururum.
Her şey sonsuzluğun kuvvetli ışığı altında solgunlaşana kadar halıların üstünde bağdaş kurup beklerim.
Ve, o sonsuzluğu bir yalnızlık içinde hissetmekten hoşlanırım.
Tanrı, evinin kapılarını bazen açar, bazen açmaz bana.
O saatte camiye giremeyeceğimi bana bir hoca efendi ya da bir bekçi söylese de, ben onu tanrının söylediğini düşünürüm.
Kapılar ılmadıysa, “birrgınlık var” diye geçiririm içimden.
Onuracak bir şey yaptım, onun için açmıyor kapısını.”
Hiç zorlamam.
Pekider ayrılırım.
Bilirim ki o kapılar yeniden ılacaktır.
Bir gece gittiğimde beni buyur edecektir.
Şefkatli bir seshadi açayım kapıları” diyecektir.
Bundan hiç kuşkulanmam.
Kendimden kuşkulanırım.
Bir dindar gibi gitmem oraya, ibadete, dua etmeye gitmem.
“Sana inanıyorumdemeye de gitmem.
Bir şey istemeye de gitmem.
O’ndan korkmam, ölümden korkmam, korktuğumdan gitmem oraya.
Hiçbir nedeni yoktur gitmemin.
Giderim sadece.
Kokusunu, ışığını, huzurunu, sonsuzluğunu sevdiğim için giderim.
Söylenmeyen bir ezan duyarım o sessizliğin içinde.
Kömür kokulu sokaklarda dolaşan bir hayali görürüm.
Hayatla ölüm iki küçük çocuk gibi oturur karşıma.
Ben onların başını okşarım.
O benim başımı okşar, öyle hissederim.
Öyle otururum.
Bir şey söylemem O’na.
Ne söyleyeyim?
Kim olduğumu biliyor, günahlarımı biliyor, her şeyi biliyor.
“Sen inançsız birisin, niye geldin evimedemiyor.
O demez.
Bazen kapılarını ıyor.
Bazen onuracak bir şey yaptıysam eğer kapılarını açmıyor bana.
Sessizce uzaklaşıyorum.
Bir dahaki seferediyorum, “açacak kapılarını”.
Açmasa da açana kadar gideceğim.
İnançsız biri için tuhaf inançlarım var benim, en ılmayacak gibi görünen kapıların bile çok istersen, samimiyetle istersen, dürüstlükle istersen ılacağına inanırım.
Ve, ne dindarlara yapılan zulmü anlarım, ne de dindarların yaptığı zulmü.
Dinin yanında, çevresinde, içinde bir zulüm olmasın isterim.
İnan ya da inanma ama dine dokun.
Korkulacak bir şey yok.
Türbanlı çocukta da, oruç yiyende de korkulacak bir yan yok.
Korku dinden uzak bence.
Geceleri camiye gittiğimde, o loş ışıkta, sonsuz bir aydınlığın bütün hayatı solgunlaştırdığını gördüğümde korkmam ben.
Kimse korkmaz.
Hayat ve ölüm iki küçük çocuk gibi oturur yanıma.
Onlara gülümserim.
Belli belirsiz bir hüzün, neye olduğunu bilmediğim bir özlem, derin bir şefkat hissederim.
Bir şey söylemem.
Bir şey istemem.
İnançsız” olduğumu içimden bile geçirmem, yapmam böyle bir kabalık, O da hatırlatmaz zaten.
Öyle otururum.
Bir konuğum ben orada.
Bazen kapısını açar, bazen açmaz.
Yakında gene gideceğim.
Bakalım açacakkapılarını.
Yoksa bir “kırgınlık” mı var aramızda...


Ahmet Altan


Günün anlam ve önemine uygun güzel bir yazı.Paylaşayım, siz de faydalanın istedim.Osmanağa camii ve müezzini konusunda katılıyorum Ahmet Altan'a.Bu caminin ayrıca bi özelliği var benim için.Geçen seneye kadar iki sınav arası durağımdı bu cami.Sabah ve öğleden sonraki sınav arasında bir iki saatlik bi boşluk olurdu.Eve dönemezdim.Ev rahatlığıyla oturup bir iki bişey ezberlerim umuduyla hadi camiye gideyim bari derdim.Hiç unutmam yine böyle bir haftasonu: )istatistik çalışıyorum tüm ezber gücümü kullanmaya çalışarak.Tutuşmuş bir halde de diyebiliriz.Y a da son çırpınmalar:P Neyse ayh bi teyze önümden geçerken durdu.Napıyorsun? dedi.Napıyor gibi görünüyorum acaba düşüncesiyle beraber "ders çalışıyorum" dedim.Karşıma oturdu ve konuşmaya başladı.Eyvah içsesiyle dinliyorum ben de.Gözüm kitapta.Son şansım muhakkak geçmem gerek.Şimdi hatırlayamadığım bir sürü şey anlatıyor.Nasihatleri,hatıraları bitmiyor.İki kelimesinden biri tüm karadeniz şivesiyle "Anladun mi?":) Ben biraz mel mel bakınca o da haklı:P He anladum diyorum devam ediyor.Şeker de bi kadın: )Ehh başlarım böyle işe dememle diyaloğa dönüşüyor teyzenin monolog.Gitmeye hazırlanırken " e bi dua edersin artık bu kadar samimi olduk :P" diyorum. Başarılar diliyor, gidiyor.Sonuç en yüksek not istatistiğinki geliyor.Demekki çalışmaya gerek yok samimi bi müslümanın duası yeterli :P Bu da böyle bi anımdır Osmanağa camide geçen.Neyse yazıya dönersek bu yazıyı Stv de Asım Yıldırım'dan dinledim.Akşam akşam duygulandırdı beni.Ses tonu,kontrolü çok güzel.Biraz sıkarsam ağlardım bile.E boşuna spiker yapmamışlar tabi.Zaten ödülü varmış vs vs..Yalnız o saçlar olmamış:P Şaka şaka: ) Hayırlı kandiller hepimize..

22 Eylül 2008 Pazartesi

Bu hiç bişii


Erdem (3), Erkam (7)


Erdem'le araba sürmece oynarken Erkam'dan gelen bomba;


- Erdem beni çocukluğuma geri döndürdü..


Bi hımm deyip şaşkınlığı attıktan sonra ancak gülebildik.Büyümüş, yorgun düşmüş yedi yaşında.Şimdiki çocuklardan korkulur.Küçük çocuklarla sürekli birarada olanlar şaşırmıyorlar zaten böyle bilmiş sözleri duyunca.Daha neler görücez bakalım: )

tenretni


ttnet'in yeni kampanyası hangi zekanın ürünü acaba.İnterneti tersten yazıp soyadı olarak kullanmak çok yaratıcı gelmiş olmalı.Aceleye gelmiş herhalde: ) Nazan-İzzet çifti sempatik değil,komik hiç değil.Onlardan feyz alıp evime internet bağlatır mıydım? Sanmıyorum: )Peki reklamın amacı ne o zaman diye düşüncelere gark oldum.Ama Gülse Birsel'e kızıl saç yakışmış Allah için.Neden değiştirmiyor acaba kaç senedir saç rengini.Siyah uzun saçlıydı hint filmini canlandırdıkları bölümde o da yakışmıştı.Neyse kendi bilir: )Konumuza dönersek; olmamış, hatta Mazhar-Biricik çifti de olmamıştı: )